8 Nisan 2013 Pazartesi

59. MEKTUP; NEVEREND




Dün ya da önceki gün değil de neden bugün daha çok?  Yağmurlu ya hava; ondandır belki...
Fransızca zamanla hava aynı.
Çok dengesizliği bundan öyleyse… çemberi kapatmak zor.

Artık arabalar istop etmiyor.
Düzeltmeliyim: artık arabalar otomatik ve istop etmiyor, yokuşta kaymıyor da…
insanlar çok çalışıyor ama daha çok araba kullanıyorlar öyle değil mi? 
Ve bir o kadar da telefonla konuşuyorlar; bazısı araba kullanırken telefonla da konuşuyor. Bu bazının bazısı telefonunun hoparlörünü açarak konuşuyor ki; her ne kadar sosyal sorumlu bir davranış modeli olsa da; bunu komik buluyorum.  
Kendi kendilerine konuşuyormuş gibi göründükleri için. 
Belki de kendi kendine konuşuyorlar ve telefonla konuşuyormuş süsü veriyorlar. Annemle asla arabada telefonun hoparlörünü açarak konuşmayacağım.
Annem bu hassasiyetlerimin ruh hastalığı olduğunu söylüyor.
Bence ruh hastalığı sırf bu hassasiyetlerin üstüne gitmek için, ya da bir ruh hastası olmadığını kanıtlamak için, zorla kendini, bariz bir şekilde rahatsız hissedeceğini bildiğin durumlara sokmaktır.
Annem eskiden arabayı sürekli istop ettirirdi ve sonra da sanki kendi hatası değilmiş, bir şey dikkatini dağıtmış ya da arabada bir sorun varmış da ondan olmuş gibi davranırdı. Ben bunu hep yermiş gibi yapardım.
 
Annemin benimle ilgili vara yoğa endişelenmesini eskisi kadar endişe verici bulmuyorum. 
Ve arabaların artık istop etmemesi ne sıkıcı.

Aşırı meşguliyetler sonrası, aşırı rehavet.
Yüzeysellikten ölücem.

Uyandım, 
günlerdir ilk kez uyandıktan sonra gün içinde hiç bir şey yapmam gerekmiyor. Böyle günlerin güneşli ya da yağmurlu olması beni çok ilgilendirmez.  Çünkü hava ve zaman ilişkisi burada da geçerlidir. Zamanın önemi olmayınca havanın da önemi yoktur ya da tam tersi ne fark eder ki?
Yataktan çıkmayı düşünmüyorum.
Andy’nin de dediği gibi ne yaparsan yap ‘yatakta bişey yapma’ , yatağın kendisi sebebiyle çok cool.
Ne zamandır çok iyi bir film seyretmemiştim, şu sahne iyiydi ama.
Biri arkasını döner, yürür gider ve orada kalanlar birbirlerinin yüzüne bakakalırlar.
Öyle zamanlarda gözlerim anlamaksızın görüyor.
Ve bazan takılıp kalırsın.
Bu kez de görmeksizin anlıyorum, sonra görüyorum… melekler.
Bu kez hiçbir talebim olmamıştı oysa.   Gözlerini aç ve kendini hayranlığa bırak. yemin ediyorum bu varoluştaki en huzurlu, en mutlu moddur. 
“Güzelim evren ondan uzaklaşıyordu”
O an aklımdan geçen:
Maske gizlenme midir? Kılık değiştirme midir?

Akşam yemeği için üstümü değiştiriyorum. Saçımı topuz yapabilirim. Bunu saçma buluyorum ama yine de bunu yapmaktan hoşlanıyorum;  öyleyse sorun yok.

Voltaire’in “bu dünya bir saçmalıklar ve dehşetler kaosu, bu konuda kanıtlarım var” demiş olması beni aklıma geldikçe gülümsetiyor.

Ve şimdi karşımdaki beyaz duvara bakarken ışık ve gölgelerden yansıyan lekelerle gözümün içinde solucanvari şekiller ürüyor. Ve sürekli yer değiştiriyorlar.  

Aynen şöyle oluyor:
“odana dönüyor ve kendini daracık sedirine atıyorsun. Tıpkı budalalar gibi, gözlerin faltaşı gibi açık uyuyorsun. Tavandaki çatlakları sayıyor bir düzene koyuyorsun. Gölgelerle lekelerin birleşmesi sayesinde, görsel uyum sağlama ve yön bulma yeteneğinin zenginliği sayesinde, doğmakta olan düzinelerce şekil zahmetsizce, ağır ağır ürüyor; ancak bir an yakalayabildiğin kırılgan düzenlemeler; dağılıp parçalanmadan ve her şey yeni baştan başlamadan önce , onları bir isim altında – koruk, kolit, köy, kasaba, kafa- topluyorsun; bir el hareketinin , bir devinimin , bir silüetin belirmesi, büyümesine kayıtsız kaldığın içi boş bir işaretin başlangıcı; belirginleşen raslantı: Üzerine dikilen bir göz, uyuyan bir adam, bir girdap, yelkenlilerin hafif salınımı, ağaç parçası, fışkıran, sakınılan, yeniden kavuşulan küçük dal, bunun içinden noktası noktasına belirginleşerek yine ortaya çıkan bir yüzün silik başlangıcı, az öncekinden azıcık farklı, belki daha karanlık, yada daha dikkatli, bitirilmemiş bir yüz, kulaklarını, gözlerini, boynunu, alnını görmeden aradığın bir yüz; bu yüzden aklında kalan, bu yüzde bulduğun, bulur bulmaz da kaybettiğin tek şey muğlak bir gülümsemenin izi ile, utanç verici ya da anlı şanlı- kimbilir?- bir yara izinin uzattığı burun deliğinin gölgesi sadece.”

Güzelim evren ondan uzaklaşıyordu bunu kim demişti?

Stoacı utanma daha icad edilmemişti.

‘Sicilyalı diodoros parçalara ayrılmış ve dağıtılmış bir tanrının öyküsünü anlatır; bu tanrı alacakaranlıkta yürürken veya geçmişindeki bir tarihi belirlerken sonsuz birşeyin kaybolduğunu hissetmedi hiç. ‘

Bu gün daha çok, sebepsiz.
Sonsuza kadar yazacağım sana benden bağımsız.
Sevgiler
jane

P.S. alıntı: George Perec/ uyuyan adam

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder