11 Kasım 2019 Pazartesi

106. MEKTUP; AYNI GÜN İÇİNDE


Kapıyı çektim, anahtarı bir kez çevirdim ve sokağa doğru döndüm. Koca ağaç, dallarındaki tüm yaprakları düşürmüş. Rüzgar da kapımın eşiğine getirmiş, yığmış. Rüzgarı düşününce, atkımın, omzumun önünden aşağıya sarkan parçasını tutup boynumun etrafından diğer omzumun arkasına attım.  Sarı yaprakların üstünden yürüdüm caddeye çıktım. Yağmur yoktu henüz.

Meydana doğru yürürken önünden geçtiğim heykelin aslında son derece rahatsız edici olduğunu ilk kez bu geçişimde fark ettim. Orantısız vücudu tüm estetik beğenilere pabucunu ters giydiriyor. Kafasının bedenine göre küçüklüğü olağan dışı. Kolları neden bu kadar uzun? Sanki bronz değil de... elastiki bir materyalden yapılmış da, çekmişler uzamış gibi. Bu kadar dar omuz ve bu kadar uzun kollara resme yeteneği olmayan bir ilkokul öğrencisinin çizdiği resimde bile rastalayamazsın. Bacaklara geçemiyorum dahi. Söylenecek şey bulamıyorum. Bir sanat eserine ucube diyeceğim hiç aklıma gelmezdi. Ama bu kez fark ettim ve itiraf ediyorum ki bu heykel beni irrite ediyor.  Ayrıca onu görmemek için çoğu zaman yolumu da değiştiriyorum.  Neden?
Ama bu beni psikanalizlik bir ruh hastası yapmaz sanırım.
Ruhum zaman zaman kendine fazla yüklenir, zayıf düşer, soğuk alır vs ama kronik bir durumu yoktur.  Meydana yürüyene kadar heykeli ve bana hissettirdiklerini düşündüm. O esnada yağmur yağmaya başladı. Mide krampları gibi şeyler oluyor. Yağmur hızlandıkça ben de hızlanıyorum. Yağmuru da sevmiyorum.  Esas ıslaklığı sevmiyorum. Peki neden? İşte cevabını bilemediğim bir soru daha.
...

ileride antika pazarı gibi birşey kurulmuştu. Tentelerin altında oyalanırken yağmuru da geçiştiririm diye düşündüm. Gözlerimi kapattım. Şu an iyiyim. sevdiğim şeyleri düşünüyorum. İyiyim dediysem,
içim içimden taşmıyor. Beğendiğim şeyleri düşünürken yani. İrrite olmanın karşılığı bir duygu yok hissettiğim. İlginç

Belki de vardı ama hatırlamıyorum. öyle ya şimdi buradayım orada değil.

standın birinde gözüm daha önce görmediğim eski bir kart oyununa takılıyor. Kutusunun üstündeki font hoşuma gittiği için kutuyu elime alıyorum. o sırada aynı standta başka birşeyle ilgilenen kadın göz ucuyla neye baktığıma bakıyor. Ben kutuyu bırakır bırakmaz o alıyor. Ben hiç almamış olsaydım o kutuyu, yine de dikkatini çeker miydi? İşte cevabını bilmediğim bir soru daha.

Bir iki stand ileride eski bir derginin sayfalarını çevirirken bir tanıdığa rastladım. Aslında o bana rastladı çünkü ilk o beni fark etti. Bir 'merhaba' ile uyandırdı beni. Çünkü o ana kadar sanki bulunduğum mekanın ve anın içinde uyukluyor gibiydim. tanıdık dediysem de lafın gelişi. İsmi ve dış
 görünüşü dışında hakkında hiç birşey bilmediğim birisiydi bu karsılaştığım kişi. işyerinden tanıyordum. (Bak yine tanımak diyorum mecburen.)  Herneyse,  merhabalaştıktan sonra bana nasıl olduğumu sordu ne var ne yok gibisinden. 'iyi' dedim 'ya sen?' diye sordum. ‘iyi iyi' dedi. Başka hiç birşey sormadım. Görüşürüz deyip devam ettim.
Bazı insanları hiç merak etmiyor oluşum tuhaf, bazı insanları çok merak ediyor oluşum gibi.

Standın birinde çay kaşığı boyutunda kahve sütü çırpıcısı gördüm. Macha çayını köpürtmek için kullanabilirim diye düşünerek pazarlık etmeden aldım. Biliyorum bambudan olması gerekiyor ama saçma sapan iki bambu çöpüne 150 lira veresim yok. O kadar da organik olmayıversin.

Üşümeye başlayınca kapalı bir yere girmeye karar verdim böylece gözüme kestirdiğim bir kafeye oturdum. Duvardaki resimleri inceledim bir süre, nane çayım demlenene kadar... Sonra sıkıldım.  Bazı günler ne kadar çekilmez bir sıkılgan olduğuma hayıflandım biraz. Sahiden farkındayım bunun. iyiki yanımda birileri yok şimdi diye düşündüm. Genelde benimle takılmak eğlencelidir, sıkıldığımı saklayamadığım anlar dışında. İşte o zaman ne çekilmez bir sıkıcı oluyorum kimbilir. O anlarda beni denize atmalısın, aklında bulunsun. Ben suyun üstünde sırt üstü durmalıyım gözlerimi güneşe doğru kapatmalıyım. Bil diye söylüyorum.

Kapının önüne çıkıp bir sigara yaktım. O sırada önümden geçen bir genç, (muhtemelen benden genç diye öyle dedim,) bir an kesti beni. Manalı bir bakış gibi geldi nedense. Fena görünmüyorum, hatta iyi görünüyorum herhalde diye düşündüm. Kendime şımardım içimden, sigarayı yarım bırakıp içeri girdim. Çantamdan defterimi çıkartıp bu mektuba başladım. 'Yağmur yoktu henüz’ kısmına kadar olan bölümü orada yazdım. Cam kenarındaki masa boşalınca oraya geçtim, o zaman dikkatim dağıldı devam edemedim. Yağmurun ardından yine gelen geçenle doldu sokak,  ben sıkıldım gene. Biraz telefonumla oynadım. Hesabı istedim sonunda.

Sokağa çıkarken kendime bomboş bir gün geçirmeyi vaad etmiştim. Sanırım gerçekleştirdim. Eve geldiğimde hava kararmamıştı daha. Bi kahve yapıp mektuba devam ettim. Bir iki mesaj geldi onlara cevap verdim arada, birine cevap vermek için mailimi açmam gerekti vs.
Seninle fazla başbaşa kalamadık dolayısıyla. Bilmem belki de iyi oldu düşüncelerimle seni bunaltacaktım belki.

Güneş ne ara battı fark etmedim. Kalkıp gelirken aldığım somonu fırınladım yanına salata yaparken radyo dinledim. Yemeğin üstüne bir de sigara içtim bahçede. Bugun ikinci sigaramı da içmiş oldum. Ama kızmadım kendime iyi geldi. Sonra sıkıldım bahçeden içeri girdim. Mektuba devam edeyim dedim.

Macha çayı yaptım. Köpük olması gerektiği gibi olmadı tabiki.

Kimbilir şimdi ne yapıyorum?

Sevgiler
Jane  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder