Çok fazla gri sabahlara uyanıyorum; boşluk hissiyatımın
ateşini harlıyor. Sessizlik uykumu getiriyor pencereyi açıyorum. Üzerinden 60-70
km hızla arabalar geçen bir caddeye açılıyor pencerem. Önce asfaltta kayan
tekerleklerin çıkarttığı aralıklı ve bazen biteviye fuvvv sesi rüzgarın uğultusuyla
birleşip, yüzümle çarpışıyor. Kazada dahlim var mı emin değilim; yoksa yüzüm, teğet geçilebilir mi rüzgar ve ses tarafından? Bir süre sonra gürültü başımı
ağrıtıyor ve pencereyi kapatıyorum. Buzdolabını açıp uzun uzun seyrediyorum ve
sonunda meyve sepetindeki en taze ve parlak görünen elmaya uzanacakken
pencereme bir kuş çarpıyor küüüt diye. Buzdolabının kapağı aniden kapanıyor;
ben irkiliyorum ve ağlamaya başlıyorum. Ağla, ağla, ağla, ağla… iki büklüm olup
karnımı tuta tuta ağlıyorum. Sinir krizi gibi ağlıyorum. Sonra gözlerim acımaya
başlıyor. Böylece ağlamayı kesiyorum. Fiziksel olan acı ruhumun acısının önüne
geçiyor. Resmen öyle oluyor.
Kolpa!
Böylece fark ediyorum ki ruhumun acıdığı filan yok. Oysa fiziksel
acı ne kadar gerçekti. Zaman zaman gözlerime artık neredeyse kaynadığını düşündüğüm
lenslerin gözlerimin içindeki fazlalığını ve yabancılığını hissediyorum.
Buğulanmışlar zaten, görüşümü kısıtlıyorlar. Etrafıma toz fırtınasının
ortasında kalmış birinin görüş açısından bakıyorum. Yorucu. Görmeye çalışmak, ‘şey’leri
netlemeye çalışmak başımı ağrıtıyor. Lensleri gözümden atmak için sabırsız,
banyoya doğru yürüyorum. Aynaya doğru eğiliyorum, bir gülme geliyor, gülmeye
başlıyorum. Lensleri çıkarıp acımı dindireceğim birazdan, bu anı, son acıyan
anı idrak ediyorum. Yalnız kaldığım zamanlarda bu ev ne garip sahnelere mekan
oluyor. Kara mizah karakteri gibiyim. Lensleri çıkartıp, küveti dolduruyorum.
Saate bakıyorum, elma geliyor aklıma. Doğru mutfağa gidip buzdolabını bir kez
daha açıyorum; elmalar orada duruyor aynı meyve sepetinin içinde. Ama ilk
açtığımda almak için uzandığım elmayı seçemiyorum. Sanki elmaların hiçbiri artık
taze ve parlak değil; elmayı tanıyamıyorum ve birden elma yeme arzum da kayboluyor;
üzümün en uçtaki tanelerini koparıp ağzıma atıyorum; içlerinden bir tanesi
biraz ekşi ve buruk. Yüzümü buruşturuyorum gayriihtiyari. Aynı anda bir üşüme
geliyor; çıplak olduğumu fark edip banyoya yürüyorum, yürürken bedenimi
büzüştürüyorum nefesimi içimde tutup. Sonra kendimi sıcak suya bırakıyorum ve
nefesimi boşaltıyorum thuuuufffff diye.
Öyle anlar oluyor ki gözlerimi kapatıp yanına uzanıyorum bir
yolunu bulup.
Sevgiler
Jane
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder