14 Mayıs 2016 Cumartesi

79. MEKTUP; BU KAÇINCI NİSAN?

Öylesine günlerden bir gün...

Evin içinde uzun süre kaldığım zaman; yani evden epey bir süre dışarı çıkmadığım zamanlar şunu ciddi ciddi düşünüyorum. Evlerin de evde yalnız kalmaya ihtiyaçları olmalı. Evet öyle hissediyorum; evler sahiplerini evden kovarlar bazen. Mesela aslında bugün, evden hiç çıkmak istemiyordum ben ama birden kendimi dışarıda buldum; sonra da dışarıda ne işim var benim dedim yürürken, çünkü yağmur yağıyor. Yağmurda dışarda olmaktan nefret eden tabiatım, cafede yalnız başına oturmaktan nefret eden tabiatımı bi şekil ikna etmiş olacak ki buradayım işte. Evim tarafından evden kovuldum ve bunu aslında şimdi fark ediyorum.  Saçlarım ıslandı üstelik. Saçlarım her ıslandığında keşke kıvırcık saçlı doğsaydım diye hayıflanıyorum. Ama bana kıvırcık saç yakışmıyor onu biliyorum.
Eskiden uzak ve derin düşüncelere dalmış birini gördüğümde merak ederdim ne düşündüğünü, epey kafa yorar tahmin yürütürdüm. Şimdilerde fark ettim ki başımı çeviriyorum başka tarafa… insanlara kayıtsız mıyım?


sanırım o günün ertesi gün...
Orhan pamuk’a önyargılıyım kitaplarına para vermiyorum, internette pdf’ini buldum kafamda bi tuhaflık’ı okumaya başladım. Bir yerinde şöyle diyordu; ‘tren bazen hiç gitmiyormuş da pencereden bütün bir alem sıraya dizilmiş geçiyormuş gibi gelirdi Mevlut’a… ilk fırsatta trene binip bakıcam; çok heveslendim; acaba bütün alem benim de önümde sıraya dizilip geçiş yapacak mı?


Bir diğer o gün...
Bazı sabahlar uyanıyorum ve gözlerimi açmamak için direniyorum. Bu sabah da olan bu. Biraz daha uykuda kalabilmek için bişeyleri feda edebileceğimi düşünüyorum, sonra bu düşüncemin öyle laf olsun diye aklımdan geçmediğini kanıtlamak istercesine neleri feda edebileceğimi sıralamaya başlıyorum. Okuduğum birkaç kitap, kutu koleksiyonumdan aslında hoşlanmadığım ve üstelik de pahalıya aldığım bir iki parça;  saatim mesela! ama onu zaten kaybetmiştim…
sonunda kendimi dolandırdığımı fark edip gözlerimi açıyorum. Yine sis var. Gökyüzünü karartan tam olarak ne?
Ona güneş almayan bir evde yaşayamayacağımı söylemiştim ama sorun ev değildi, şehir güneş almıyordu istediğim gibi. Dünyayı hep sözcüklerle mi anlatırız çok emin değilim.



Bir başka o gün
Bir keresinde yunanistanda bir yere gitmiştim. Yazdı ve bütün adamlar biraz seni andırıyordu. Şimdi bulunduğum yerde bakıyorum da sana benzeyen tek bir yüz göremiyorum. Ben de sık sık gözlerimi kapatıyorum. Huysuz adamları seviyorum diyorum, huysuz adamlar duyarlı olur.

İlk fırsat
15 dakika oldu tren camından alem donmuş kalmış; herşeye kal gelmiş… benimse fotoğrafın solunda kalan ayrıntıyı görmek için boynumu sürekli sola çevirmekten tutulmuş bir omzum ve esnem var. Çok havalısın orhan pamuk, ama sadece havalısın. Hep piyasa eğilimindesin. Anlamın hep kenarında dolanıyorsun, bi ayağın kaysa düşsen içine çok güzel romancı olucan diye düşünüyorum. Trende beleş wifi var. Sonra trenin “silence” kompartımanı var herkes kitap okuyor, bazısı laptopunu açmış, kulaklık takmış, kimi bişeyler yazıyor, ben mektup yazıyorum ne güzel, tren camından alem hala kendi halinde; kimsenin önümde geçiş yaptığı filan yok. Aaa domuz gördüm!!! Vay canına büyükmüş!  

Bu parçayı da birlikte dinleriz diye ayırmıştım.

https://www.youtube.com/watch?v=PERf5un2nC0


O berbat günlerden
İstanbul’dayım, istanbul’dayım diye annem günde üç fasıl arıyor. Karaköy lokantasına uğradım beğendili elbasan tava yedim. Beğendinin kıvamı yine şaheserdi. Sonra köprüden yürüyüp mısır çarşısına vardım. Köprünün balıkçıları eksikti. Fotoğraf çekeni kalmamış pek zavallı görünüyor.  Zaten bütün oraları köprü çöplüğüne döndürmüşler bi fotoğraf da kalmamış ortada; köprünün en güzel fotoğraflarını zamanında çeken çekmiş. İlk defa mısır çarşısının kalabalığı bana sempatik geldi. İnsanın burnunun direğini sızlatan tesettür kaynaklı pis kokular bile bozmadı kafamı. Mehmet efendiye kadar huşu içinde yürüdüm. Mısır çarşısının bomba patlamış halini düşünmeden edemedim yine de yürürken. O arada aklıma takıldı Çil yavrusu ne ola ki?
İstanbul ölüm döşeğinde…

Gece yatmadan hemen önce
Hannah Arendt:
"We humanize what is going on in the world and in ourselves only by speaking of it, and in the course of speaking of it we learn to be human."

Bugün güzel bir hediye aldım uyuyakalana kadar şarkılar dinleyesim var….

Başka bir gün
sürekli ağlamaklı sürekli suçluluklu haller içindeyim. Canım sıkkın, kafam bozuk, moralim yok, uykum bile yok... bir filmi seyretmeyi yarıda bıraktım, kıyafetimi değiştirdim, ağzıma bi çikolata attım sonra pişman oldum çekmeceden pringles kutusunu aldım ve geri bıraktım dedim ki keşke ezine peyniri olsa dolapta, kendime şöyle güzel ezine peynirli bi tost yapardım ve nasıl yerdim… ama yoktu; kaşar peynirli bir tost yapsam mı acaba diye düşündüm ama hiç sevmem kaşarlı tostu… ketılın düğmesine bastım, bir earl grey çay poşetini yırtıp içindeki sallama poşeti kupaya koydum, çünkü kulplu cam bardağım makinedeydi; demlenirken güzel koktu, çekmeceyi tekrar açıp bi grisini paketi çıkarttım çukur kaseye biraz zeytin ve zeytinyağı koydum biraz kekik ve hafif limon… çaydan bir yudum aldım, sonra canım acayip sigara içmek istedi.. alla alla nerden çıktı şimdi dedim, epeydir içmiyorum sigara, aradım taradım evde belki bi yerlerde vardır diye hani unutulmuştur…kurumuştur o ama, kuru da olsa, bir nefes çeksem istemeyecek canım biliyorum. Ama yoktu. Dedim ki kendi kendime bırak bu havaları… çünkü geçen gün birine ona vaktim yok buna vaktim yok diye abuk sabuk konuştuğum geldi aklıma… neye vaktin yok? sıkıntıdan patlayacaksın işte en az 2 saattir filan??? Bilgisayarı açtım ve masaüstündeki gereksiz bir sürü ikonu, resmi, yazıyı, şunu bunu.. temizlemeye başladım, bişeyleri klasörledim; toplam 6 dakika filan harcadım bu işe asıl yapmaya üşendiğim ve fakat elzem olan fotoğraf makinesini boşaltıp kayıt, edit ve dosyalama yapmaktı, o işe kalkışmaya hiiç mecalim yoktu oysa…
bi sigara olsaydı evde kıyıda köşede bir yerde unutulmuş… yoktu.  
Sonra kapı çaldı;
üzerimde sabahlığım vardı,
sabahlığın içinde iyi görünmediğimden değil ama;
Açmadım.
Kapı çalınca açmadığın oluyor mu?

 Bir gece yarısı uçuşu (o gün mektuplarla doluydum göndermediğim)

‘Rasgele saçılanlardan en güzelidir evren’ demiş Heraklitos; alçalırken istanbul’a bakınca birden hatırladım.  

"bu kaçıncı nisan?"
da böyle geçti.
ve mayıs dut mevsimi

ama sana bir sır vereyim başıboş hayatımı benden başka kimse eğlenceli bulmuyor.

bence ben süper iradeli biriyim
hiç bir zaman çayı şekersiz içmeyeceğim.

sevgiler
Jane

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder