Öylesine günlerden bir
gün...
Evin içinde uzun süre kaldığım zaman; yani evden epey bir
süre dışarı çıkmadığım zamanlar şunu ciddi ciddi düşünüyorum. Evlerin de evde
yalnız kalmaya ihtiyaçları olmalı. Evet öyle hissediyorum; evler sahiplerini
evden kovarlar bazen. Mesela aslında bugün, evden hiç çıkmak istemiyordum ben ama
birden kendimi dışarıda buldum; sonra da dışarıda ne işim var benim dedim
yürürken, çünkü yağmur yağıyor. Yağmurda dışarda olmaktan nefret eden
tabiatım, cafede yalnız başına oturmaktan nefret eden tabiatımı bi şekil ikna
etmiş olacak ki buradayım işte. Evim tarafından evden kovuldum ve bunu aslında
şimdi fark ediyorum. Saçlarım ıslandı
üstelik. Saçlarım her ıslandığında keşke kıvırcık saçlı doğsaydım diye
hayıflanıyorum. Ama bana kıvırcık saç yakışmıyor onu biliyorum.
Eskiden uzak ve derin düşüncelere dalmış birini gördüğümde
merak ederdim ne düşündüğünü, epey kafa yorar tahmin yürütürdüm. Şimdilerde
fark ettim ki başımı çeviriyorum başka tarafa… insanlara kayıtsız mıyım?
sanırım o günün ertesi gün...
Orhan pamuk’a önyargılıyım kitaplarına para vermiyorum,
internette pdf’ini buldum kafamda bi tuhaflık’ı okumaya başladım. Bir yerinde
şöyle diyordu; ‘tren bazen hiç gitmiyormuş da pencereden bütün bir alem sıraya
dizilmiş geçiyormuş gibi gelirdi Mevlut’a… ilk fırsatta trene binip bakıcam;
çok heveslendim; acaba bütün alem benim de önümde sıraya dizilip geçiş yapacak
mı?
Bir diğer o gün...
Bazı sabahlar uyanıyorum ve gözlerimi açmamak için
direniyorum. Bu sabah da olan bu. Biraz daha uykuda kalabilmek için bişeyleri
feda edebileceğimi düşünüyorum, sonra bu düşüncemin öyle laf olsun diye
aklımdan geçmediğini kanıtlamak istercesine neleri feda edebileceğimi sıralamaya
başlıyorum. Okuduğum birkaç kitap, kutu koleksiyonumdan aslında hoşlanmadığım
ve üstelik de pahalıya aldığım bir iki parça;
saatim mesela! ama onu zaten kaybetmiştim…
sonunda kendimi
dolandırdığımı fark edip gözlerimi açıyorum. Yine sis var. Gökyüzünü karartan
tam olarak ne?
Ona güneş almayan bir evde yaşayamayacağımı söylemiştim ama
sorun ev değildi, şehir güneş almıyordu istediğim gibi. Dünyayı hep sözcüklerle
mi anlatırız çok emin değilim.
Bir başka o gün
Bir keresinde yunanistanda bir yere gitmiştim. Yazdı ve
bütün adamlar biraz seni andırıyordu. Şimdi bulunduğum yerde bakıyorum da sana benzeyen
tek bir yüz göremiyorum. Ben de sık sık gözlerimi kapatıyorum. Huysuz adamları
seviyorum diyorum, huysuz adamlar duyarlı olur.
İlk fırsat
15 dakika oldu tren camından alem donmuş kalmış; herşeye kal
gelmiş… benimse fotoğrafın solunda kalan ayrıntıyı görmek için boynumu sürekli
sola çevirmekten tutulmuş bir omzum ve esnem var. Çok havalısın orhan pamuk,
ama sadece havalısın. Hep piyasa eğilimindesin. Anlamın hep kenarında
dolanıyorsun, bi ayağın kaysa düşsen içine çok güzel romancı olucan diye
düşünüyorum. Trende beleş wifi var. Sonra trenin “silence” kompartımanı var
herkes kitap okuyor, bazısı laptopunu açmış, kulaklık takmış, kimi bişeyler
yazıyor, ben mektup yazıyorum ne güzel, tren camından alem hala kendi halinde;
kimsenin önümde geçiş yaptığı filan yok. Aaa domuz gördüm!!! Vay canına
büyükmüş!
O berbat günlerden
İstanbul’dayım, istanbul’dayım diye annem günde üç fasıl
arıyor. Karaköy lokantasına uğradım beğendili elbasan tava yedim. Beğendinin
kıvamı yine şaheserdi. Sonra köprüden yürüyüp mısır çarşısına vardım. Köprünün
balıkçıları eksikti. Fotoğraf çekeni kalmamış pek zavallı görünüyor. Zaten bütün oraları köprü çöplüğüne
döndürmüşler bi fotoğraf da kalmamış ortada; köprünün en güzel fotoğraflarını
zamanında çeken çekmiş. İlk defa mısır çarşısının kalabalığı bana sempatik
geldi. İnsanın burnunun direğini sızlatan tesettür kaynaklı pis kokular bile
bozmadı kafamı. Mehmet efendiye kadar huşu içinde yürüdüm. Mısır çarşısının
bomba patlamış halini düşünmeden edemedim yine de yürürken. O arada aklıma
takıldı Çil yavrusu ne ola ki?
İstanbul ölüm döşeğinde…
Gece yatmadan hemen
önce
Hannah Arendt:
"We humanize what is going on in the world and in
ourselves only by speaking of it, and in the course of speaking of it we learn
to be human."
Bugün güzel bir hediye aldım uyuyakalana kadar şarkılar dinleyesim
var….
Başka bir gün
sürekli ağlamaklı sürekli suçluluklu haller içindeyim. Canım
sıkkın, kafam bozuk, moralim yok, uykum bile yok... bir filmi seyretmeyi yarıda
bıraktım, kıyafetimi değiştirdim, ağzıma bi çikolata attım sonra pişman oldum
çekmeceden pringles kutusunu aldım ve geri bıraktım dedim ki keşke ezine peyniri
olsa dolapta, kendime şöyle güzel ezine peynirli bi tost yapardım ve nasıl
yerdim… ama yoktu; kaşar peynirli bir tost yapsam mı acaba diye düşündüm ama
hiç sevmem kaşarlı tostu… ketılın düğmesine bastım, bir earl grey çay poşetini
yırtıp içindeki sallama poşeti kupaya koydum, çünkü kulplu cam bardağım
makinedeydi; demlenirken güzel koktu, çekmeceyi tekrar açıp bi grisini paketi
çıkarttım çukur kaseye biraz zeytin ve zeytinyağı koydum biraz kekik ve hafif
limon… çaydan bir yudum aldım, sonra canım acayip sigara içmek istedi.. alla
alla nerden çıktı şimdi dedim, epeydir içmiyorum sigara, aradım taradım evde
belki bi yerlerde vardır diye hani unutulmuştur…kurumuştur o ama, kuru da olsa,
bir nefes çeksem istemeyecek canım biliyorum. Ama yoktu. Dedim ki kendi kendime
bırak bu havaları… çünkü geçen gün birine ona vaktim yok buna vaktim yok diye
abuk sabuk konuştuğum geldi aklıma… neye vaktin yok? sıkıntıdan patlayacaksın
işte en az 2 saattir filan??? Bilgisayarı açtım ve masaüstündeki gereksiz bir
sürü ikonu, resmi, yazıyı, şunu bunu.. temizlemeye başladım, bişeyleri
klasörledim; toplam 6 dakika filan harcadım bu işe asıl yapmaya üşendiğim ve
fakat elzem olan fotoğraf makinesini boşaltıp kayıt, edit ve dosyalama
yapmaktı, o işe kalkışmaya hiiç mecalim yoktu oysa…
bi sigara olsaydı evde kıyıda köşede bir yerde unutulmuş… yoktu.
Sonra kapı çaldı;
üzerimde sabahlığım vardı,
sabahlığın içinde iyi görünmediğimden değil ama;
üzerimde sabahlığım vardı,
sabahlığın içinde iyi görünmediğimden değil ama;
Açmadım.
Kapı çalınca açmadığın oluyor mu?
Bir gece yarısı uçuşu (o gün mektuplarla
doluydum göndermediğim)
‘Rasgele saçılanlardan en güzelidir evren’ demiş Heraklitos;
alçalırken istanbul’a bakınca birden hatırladım.
"bu kaçıncı nisan?"
da böyle geçti.
ve mayıs dut mevsimi
ve mayıs dut mevsimi
ama sana bir sır vereyim başıboş hayatımı benden başka kimse eğlenceli bulmuyor.
bence ben süper iradeli biriyim
hiç bir zaman çayı şekersiz içmeyeceğim.
sevgiler
Jane
Jane
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder