21 Mayıs 2016 Cumartesi

80.MEKTUP; SESSİZLİK DENİZİ

birkaç gün bodruma kaçtım; biraz denize girsem, suyun üstünde sırtüstü yatıp güneşten gözlerimi kaçırsam fena mı olur?

iki ay önce ani bir rüzgar çıkınca karavanı üstüne kapaklanan; şans eseri tentenin brandası sayesinde sadece kaburgaları kırılmak suretiyle bu feci kazadan sağ kurtulan; önce hiçbir yere kıpırdayamadığı için burada 1 ay hastanede kaldıktan sonra, belki de burası benim kaderim deyip bu sefil kasabaya yerleşen bir adamla tanıştım bugün. Tahmin edersin ki hayli enteresan bir kişilik. Yakın zamanlarda eşinden boşanmış ve karavanıyla oradan oraya gezmeye başlamış, uzun süre kaz dağlarında kalmış; kendi kendine konuşmaya başlayınca yola çıkayım biraz güneye ineyim demiş. İnsanların özel hayatlarına hiç bulaşmayan ben nedense adamcağızın hikayesini merak ettim ve ağzımdan birden çıkıverdi o münasebetsiz soru: Neden boşandınız karınızla?
‘yüzde ellibir benim kusurum’ dedi.
Samimi, insani ve bir okadar politik…
İçimden güldüm bayaa..
Meşhur karavanı merak ettim tabiki; gösterdi, küp gibi bir şey çok şirin ama ayaklarını her iki taraftan sabitlemezsen rüzgarda devriliyor. Meşakkatli iş yani.
Cengiz Aytmatov’un bir kitabını uzattı; ‘bunu oku kardeşim’ dedi. “Cemile’sini okumuştum” dedim.
Ama hiç hatırlamıyorum, belki de okumadım ama ağzımdan çıkıverdi. Yapıyorum böyle şeyler bazen. Beni Cemile’den sınava çekecek değil ya. Almak istemedim kitabı laf karıştırmaya çalıştım; şimdi bir de iade etmek var… bugün burdayım yarın başka yerde… “Ben”, dedim, “biraz göçebeyim bu aralar kitap taşımıyorum, bookz.org diye bir site var indiriyorum tablete, ordan okuyorum bunu da indiririm” Sitede Türkçe yazarların kitaplarının çok sınırlı olduğunu ne bilecek diye düşündüm. “Aaa” dedi “kitap sayfasına dokunmak gibisi yoktur… “Kokusunu duymak” filan diye devam ediyordu… “klişeeee” diycektim, demedim. “değil mi ama…” dedim. Yine de gargaraya getirip almadım tabi kitabı. Belki de pek güzel bir kitaptı.
Babamın kedisi arapla karşılıklı bahçede mayıştık biraz. Sonra yağmur çiseledi deniz pek güzel oldu. Yerimden kalkınca arap da kendisine yemek vermeye kalktım sanıp kıpırdandı, esnedi, peşimden geldi. Yazık biz bütün insanlar her an onun boğazını düşünüyoruz sanıyor…

Kaptanı aradım; “müsait misin yelkene çıkalım mı?” diye sordum. “Rüzgar güney esecek” dedi.     
“Eee” dedim.
Açıklamaya üşendi fazla uzatmadı: bir iki gün daha burdaysan pazartesiden sonra bakalım dedi.
“Ertesi gün aradı; bu gece gökyüzü çok müsait teleskopu kurucam” gelmek ister misin dedi?
“Neden olmasın” dedim.
Kaptan eski teleskopunu satmış ve yeni acayip bir teleskop almış; kafayı bozmuştu zaten bu seferkinde gerçekten ayın kraterlerini gördüm. Sonra jüpiteri gördüm; üstünde iki tane paralel çizgi var. Mars da hepsinden daha küçük ama sarı.  Kızıl gezegen diyorlar bence sarı. Satürnün altında akrep burcu yıldız kümesi varmış maalesef göremedim; küçük ve uzaktılar üstelik ayın ışığı engelliyordu. Ama enteresan bir geceydi.
Sana bir şey itiraf edeyim mi?
Yıldızlar ve diğer gezegenler bi’ derece ama ayı o kadar yakından görmek hoşuma gitmedi.
 Ayın üstünde hafif karaltıların olduğu kısma “sessizlik denizi” deniyormuş. Bir bu hoşuma gitti.
Eve geldiğimde epey geç olmuştu; uyumadan önce biraz düşündüm. Yaklaşmak beni bozuyor. Herhangi bir şeye…
Biraz kitap ekini karıştırdım cumhuriyetin. Bu şiiri duymuş muydun daha önce?
(Gökyüzüne o kadar yakın baktıktan sonra bu şiir yeniden konumlandırdı beni)
GEL
Bu gece gel.
Dünya var
Kalbimin üzerinde…
Yaşam patlıyor…
Bu gece gel, ey sevgili,
Korkuyorum
Ruhumdan.
Ağlayamam! Bana el ver.
Göreceksin ki ruh
Usulca kayıyor;
Bak nasıl düşüyor ruh
Bir gözyaşına.
Alfonsina Storni diye bir Ajantinli şair yazmış.
Arjantine hiç gitmedim. Keşke gitsem.

Sevgiler

Jane 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder