Bir kez daha Barry Lyndon seyreder gibi yapıp, schubert
dinliyordum; kulaklığın tekini ister misin? Bu adamlar çok iyi!
Biliyor musun bir arkadaş edindim baya baya bu yaşta… hem de
sıkı bir arkadaş. Sıkı dediysem öyle vıcık vıcık her dakka telefonlaştığımız
oraya buraya birlikte gittiğimiz filan yok. Arada yürüyoruz ve konuşuyoruz.
İşte ondan bundan… Ne bileyim patlayan Mayan yanardağından giriyoruz Milena'nın
akciğerlerinden çıkıyoruz; bi bakıyoruz hava kararmış. Evlere dağılırken de
mucuk mucuk öpmüyoruz bir birimizi.
Doğuştan kör bir adamla evli. Coğrafya öğretmenliği yapıyor.
Keşke okulda böyle bir coğrafya hocam olsaydı diyeceğin türden biri. Tuhaf olan
doğduğu şehirden öteye adımını atmamış ; öyle söyledi ama dünya üzerinde var
olduğunu bile bilmediğim yerler hakkında öyle şeyler anlatıyor ki ağzım açık
dinliyorum. Bildiği herşeyi okuyarak ve seyrederek öğrenmiş. Ona okumadığı bir
kitap verdim. Şu paragrafın altını çizmiş.
“Hermann Hesse,nin
Fontaine dergsinde (sayı 57, s.725) yayınlanmış şu yazısı ciddiyetle
okunabilir: Bir tutuklu, hücresinin duvarına bir manzara resmi çizmiştir. Bu
resimde küçük bir tren bir tünele girmektedir.
Gardiyanlar kendisini
alıp götürmeye geldiğinde, onlara şöyle der:
“Birşeye bakmak için resimdeki şu trene binmek istiyorum, beni birazcık
bekleyebilir misiniz? Gardiyanlar her
zamanki gibi gülmeye başladılar. Benim biraz kafadan çatlak olduğumu
düşünüyorlardı. Küçüldüm, küçüldüm , küçücük oldum. Tabloma girdim, küçücük
trene bindim. Küçücük tren hareket etti ve küçük tünelin karanlığında yitip
gitti. Trenin pamuk gibi dumanı yuvarlak delikten bir süre daha çıktı. Sonra
duman dağıldı, dumanla birlikte tablo, tabloyla birlikte de ben kaybolup
gittim.”
Ressam-şair ,
hapisanenin duvarlarında kimbilir kaç kez tüneller açmıştır! Düşlerini
resmederken, duvardaki bir çatlaktan kimbilir kaç kez kaçıvermiştir! Hapisten
çıkmak için her yol mubahtır! Gerektiğinde tek bir saçmalık bile özgürlük
getirir.
Yılbaşı için kalktım başka bir yere gittim. Gittiğim yerde
tam 12’ye 10 saniye kala 10 tane üzüm yedirttiler arka arkaya. Eğer
yetiştiremezsen saniyede bir üzümü ağzına… gecikirsen; şanssız geçermiş o yıl.
Gecikmedim.
Geçen ay da bir mektup yazmıştım aslında ama kaybettim; epey
bi aradım sağda solda ama çıkmadı. Bir alaca karanlık durumu. Neler yazmıştım
çok da hatırlamıyorum ama Gecenin Sonuna Yolculuk’u okuyordum, şimdi bitti.
Çokkk güzelmiş. Daha önce okumamış olduğuma hem şaşırdım hem de sevindim.
Böyle şeyler…suyun yüzeyi, ve sürüklenmeler… Hayat devam
ediyor sözü Barthes gibi beni de yoruyor derinlerde. Başıma bir şey geliyor; bu gerçekten başıma
geldi mi diyorum; şu an oluyor mu? Sanki bana olmuyormuş gibi… sanki
hissettiğim şey o kadar dayanılmazmış ki bana da olamazmış gibi…anlatılacak
değilmiş gibi. Amma çok ‘gibi’ yazdım, kelime bulamıyorum. Bütün dünya bana
uyum sağlamak için değişecek.
Adına ancak aşk diyebildiğim bu şey…kocamanlığı beni
küçültüyor. İçerde yabani ot gibi biten bu ‘korkunun zıt anlamlısı’ şey nereden
tohumlanıyor bilemiyorum. Kullanışsız günah. Oysa cüretkarlığı bilmem ben. Ama başka türlüsünü düşünemezdim
zaten. Dokunduğum hiçbir şeye hissedemediğimi ancak dokunamadığıma
hissedebilmiş olabilirim. Ancak böylesi mümkün olabilirdi zaten.
keşke sussam çünkü söylediklerim bağlamsal olarak ne kadar da zayıf, yetersiz.
şöyle düşün diyor çok sevdiğim bir yazar: karanlığa büyüteçle baktığında daha büyük bir karanlık mı görürsün sanki? hayır mı? peki parlak ışığa büyüteçle baktığında ışık gözlerini yakmaz mı?
güzelliğe saygı duruşum safça... Tam da yüzyüzeyiz gerçekte, inanılır, söylenir gibi değil.
Sevgiler
Jane
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder