30 Ocak 2018 Salı

83. MEKTUP; KULLANIŞSIZ GÜNAH

Bir kez daha Barry Lyndon seyreder gibi yapıp, schubert dinliyordum; kulaklığın tekini ister misin? Bu adamlar çok iyi!


Biliyor musun bir arkadaş edindim baya baya bu yaşta… hem de sıkı bir arkadaş. Sıkı dediysem öyle vıcık vıcık her dakka telefonlaştığımız oraya buraya birlikte gittiğimiz filan yok. Arada yürüyoruz ve konuşuyoruz. İşte ondan bundan… Ne bileyim patlayan Mayan yanardağından giriyoruz Milena'nın akciğerlerinden çıkıyoruz; bi bakıyoruz hava kararmış. Evlere dağılırken de mucuk mucuk öpmüyoruz bir birimizi.

Doğuştan kör bir adamla evli. Coğrafya öğretmenliği yapıyor. Keşke okulda böyle bir coğrafya hocam olsaydı diyeceğin türden biri. Tuhaf olan doğduğu şehirden öteye adımını atmamış ; öyle söyledi ama dünya üzerinde var olduğunu bile bilmediğim yerler hakkında öyle şeyler anlatıyor ki ağzım açık dinliyorum. Bildiği herşeyi okuyarak ve seyrederek öğrenmiş. Ona okumadığı bir kitap verdim. Şu paragrafın altını çizmiş.

“Hermann Hesse,nin Fontaine dergsinde (sayı 57, s.725) yayınlanmış şu yazısı ciddiyetle okunabilir: Bir tutuklu, hücresinin duvarına bir manzara resmi çizmiştir. Bu resimde küçük bir tren bir tünele girmektedir.
Gardiyanlar kendisini alıp götürmeye geldiğinde, onlara şöyle der:
 “Birşeye bakmak için resimdeki şu trene binmek istiyorum, beni birazcık bekleyebilir misiniz?  Gardiyanlar her zamanki gibi gülmeye başladılar. Benim biraz kafadan çatlak olduğumu düşünüyorlardı. Küçüldüm, küçüldüm , küçücük oldum. Tabloma girdim, küçücük trene bindim. Küçücük tren hareket etti ve küçük tünelin karanlığında yitip gitti. Trenin pamuk gibi dumanı yuvarlak delikten bir süre daha çıktı. Sonra duman dağıldı, dumanla birlikte tablo, tabloyla birlikte de ben kaybolup gittim.”
Ressam-şair , hapisanenin duvarlarında kimbilir kaç kez tüneller açmıştır! Düşlerini resmederken, duvardaki bir çatlaktan kimbilir kaç kez kaçıvermiştir! Hapisten çıkmak için her yol mubahtır! Gerektiğinde tek bir saçmalık bile özgürlük getirir.

Yılbaşı için kalktım başka bir yere gittim. Gittiğim yerde tam 12’ye 10 saniye kala 10 tane üzüm yedirttiler arka arkaya. Eğer yetiştiremezsen saniyede bir üzümü ağzına… gecikirsen; şanssız geçermiş o yıl. Gecikmedim.

Geçen ay da bir mektup yazmıştım aslında ama kaybettim; epey bi aradım sağda solda ama çıkmadı. Bir alaca karanlık durumu. Neler yazmıştım çok da hatırlamıyorum ama Gecenin Sonuna Yolculuk’u okuyordum, şimdi bitti. Çokkk güzelmiş. Daha önce okumamış olduğuma hem şaşırdım hem de sevindim.

Böyle şeyler…suyun yüzeyi, ve sürüklenmeler… Hayat devam ediyor sözü Barthes gibi beni de yoruyor derinlerde.  Başıma bir şey geliyor; bu gerçekten başıma geldi mi diyorum; şu an oluyor mu? Sanki bana olmuyormuş gibi… sanki hissettiğim şey o kadar dayanılmazmış ki bana da olamazmış gibi…anlatılacak değilmiş gibi. Amma çok ‘gibi’ yazdım, kelime bulamıyorum. Bütün dünya bana uyum sağlamak için değişecek.

Adına ancak aşk diyebildiğim bu şey…kocamanlığı beni küçültüyor. İçerde yabani ot gibi biten bu ‘korkunun zıt anlamlısı’ şey nereden tohumlanıyor bilemiyorum. Kullanışsız günah. Oysa cüretkarlığı bilmem ben. Ama başka türlüsünü düşünemezdim zaten. Dokunduğum hiçbir şeye hissedemediğimi ancak dokunamadığıma hissedebilmiş olabilirim. Ancak böylesi mümkün olabilirdi zaten.       
keşke sussam çünkü söylediklerim bağlamsal olarak ne kadar da zayıf, yetersiz.
şöyle düşün diyor çok sevdiğim bir yazar: karanlığa büyüteçle baktığında daha büyük bir karanlık mı görürsün sanki? hayır mı? peki parlak ışığa büyüteçle baktığında ışık gözlerini yakmaz mı?
güzelliğe saygı duruşum safça... Tam da yüzyüzeyiz gerçekte, inanılır, söylenir gibi değil. 

Sevgiler

Jane

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder