Belki bir aydır bu evle uğraşıyorum. Belki bir ayı da
geçmiştir; sana yazamadığım için bu evle uğraşıyorum. Belki bir ayı da geçmiştir; sana yazamamak ve
yazamadığımı gerekçelendirmek için bu evle uğraşıyorum.
Tavan arasına kısa kitaplıklar yaptırıyorum,
bit pazarlarına gidip tek eş sandalyeler topluyorum, bahçeye saksılar alıyorum,
içine bakımını hiiiç bilmediğim çiçekler ekiyorum vs.vs. Bir iki kere rüyamda
gördüm seni. Birinde Boğazı geçme yüzme yarışlarına katılmıştık. Sen kulaç
atarken yüzünü görüyordum. Bayağı da iddialıydık sanki nefesimiz yetecekmiş
gibi…sen bilmezsin ne zaman sana o kadar yaklaşsam taşınasım geliyor.
Taşındım
sonunda. Yarın ustanın son günü. Son rötuşları çekecek ve yalnız bırakacak yeni
yuvamla beni. Pek güzel oldu hep istediğim gibi. Oysa en fazla bir iki sene
daha oturur satarım bu evi muhtemelen. Yada satmam da başka bir ev bulurum
yaşayacak. Evlerin benimle kaderi bu. Bu kısmını daha önce hiç sorgulamamıştım
taa ki bu eve taşınana kadar.
Çünkü pek özendim bu eve ve dün bahçedeki ağacın
yaprağı rüzgar esip odamın camından içeri düşünce; “kendi döküntüsünü içine
atan hisli bir ev burası ama hayalimdeki ev mi?” diye şiirsel bir kaygı
belirdi. Oysa soru şu: hayalimde bir ev mi var?
“Sarmaşığın iskeletinden bir kuş yuvası kopardım.
Tarla yosunuyla hülya
otundan yapılma yumuşacık bir yuva.” ( Yvann Goll)
Kitaplığı düzenledim ve rastgele sayfalarını karıştırdığım bir kitapta Kuş Yuvası başlıklı bir bölüm var. Van Gogh’un çizdiği sazdan kulübelerin esbab-ı mucibesinin çalıkuşu yuvası olduğu iddia ediliyor; kardeşine yazdığı mektupların birinde “kulübe bana bir çalıkuşu yuvasını düşündürttü.” diyormuş. Buradan ressamın kulübe resmi yaparken kuş yuvası düşlediğini ; kuş yuvasına bakarken bir kulübe düşlediği çıkarımını yapıyor yazar.
Kendimi düşünüyorum, bu yeni yuvamla uğraşırken neyi
düşlediğimi… Kitapta şöyle bir bölüm okuyorum:
Doğruyu söylemek gerekirse, kuş yuvasına ilişkin hayallerin insana ait ölçütlerle değerlendirilmesinden daha saçma bir şey olamaz. Kuş için yuva sıcak ve yumuşak bir konut olsa gerek. Bu bir yaşam evidir. Yumurtasından çıkan kuşu kuluçkada tutmayı sürdürür. Yumurtadan çıkan kuş için yuva, çırılçıplak derisi henüz bedeninden çıkacak tüylerden yoksunken onu harici olarak kaplayan bir tüy örtüsüdür. Ne var ki şuncacık birşeyi insanca bir hayale, insan için bir hayale dönüştürmek ne aceleciliktir! (Bence hiç değil de neyse…)Gerçekten de tam kapalı bir “yuva”yla aşıkların birbirine vaat ettikleri sıcacık yuvayla yaprakların içinde kaybolmuş gerçek bir kuş yuvası arasında bir yakınlık kurmaya çalışacak olursak, bu hayalin gülünçlüğünü daha iyi hissederiz.- Alla alla neden ki?- Bu noktada belirtmek gerekir ki kuş, yalnızca çalılıklarda yaşar aşkı. Yuvasını tarlalarda yaşanan aşk çılgınlığı bittikten sonra yapar. Bütün bunların düşünü kurup bundan insanlara ilişkin dersler çıkarmak isteseydik, oturup bir de ormanda yaşanan aşkla, kentin bir odasında yaşanan aşkın diyalektiğini yapmamız gerekirdi… -olabilir- Tavanarasını kuşyuvasıyla karşılaştırıp bu karşılaştırmayı sadece şu gözlemle süsleyebilmek için insanın André Theuriet olması gerekir. “Düşler yükseğe tünemeyi sevmez mi?” Kısacası edebiyatta yuva hayali genel olarak fazla çocukçadır.
Evet öyledir herhalde ve hiçbir mahsuru yoktur bence.
Kuş yuvasını veya deniz kabuğunu ele aldığımızda bir sürü hayal bulacağız diye devam ediyor. Hiç duymadım ama şöyle de bir atasözü varmış, “insanlar herşeyi yapmayı becerir kuş yuvasından gayrı…”
Hiç öyle bir iddiam yok zaten. Kendime çekilecek bir köşe yaptım ben. Kuş
değil örümceğim ben. Bu evin heryerine ince ince köşeler kapattım. Bir de güzel
badana yaptım. Meğer badana yapmak zevkli işmiş; tek başına yapıyorsan... Bir
odayı üç günde boyama lüksün varsa, yayıla yayıla…
Yağmur yağdı epey bugün. Gökyüzümüzün dorukları birbirine
kavuşmadığı için evimin bir çatısı da olamayacak Eluard’cığım. Bahçeye baktım. Astığım hamak sırılsıklam
olmuş; güneş açınca kurur mu yoksa içeri alsam mı karar veremedim. Kaldı öyle.
Tüm buarada bulutlar beyaz ve gökyüzü de maviydi. Neden bu kadar tanrısallık var insanın kullanımına sunulmuş? dedi Lispector. ‘Bilmem öyle mi?’ dedim. Bu ara ne okusam bir şüpheye düşüyorum. Ondan mıdır yazamaya korkuyorum. Sanki hiçbirşey artık yüzeyde değil ve benim elimi daldırmaya korktuğum karanlık dipler var. Ama işte hep o korkular hayatı yaşamaya değer kılan.
Bir dolap almıştım geçen ay, bir parçası eksik çıktı;
dükkana gittim hemen sipariş edelim gelsin dediler. Gelmedi. Aslında onay mesajı geldi kendisi gelmedi. Efendice
biran önce göndermelerini rica ettim. Geçen hafta yine mesaj geldi gelin alın
diye; gittim yine bir şekilde bulamadılar dükkanda. Bu sefer sinirlendim. Yeniden sipariş ettik
mağazadaki adamla, ama güvenim ve sabrım kalmadı, bende dükkanın merkez ofisine, müşteri
hizmetlerine mektup yazdım. Amacım işi sıkı tutmalarını sağlamaktı; mektubun sonunda
‘size dava açarım’ demiş olabilirim. Biraz ağır gelmiş olacak, bu sabah mağazada
benimle ilgilenen adamın telefonuyla uyandım. Pazar Pazar... Çok öfkeliydi, bana
neden öyle bir mektup yazmışım diye bağırdı çağırdı. Ama hemen hafta başında
siparişinizi ellerimle getireceğim demeyi de ihmal etmedi. Mektup içine oturmuş. Biraz da müdürden zılgıt
yemiş galiba. Üzüldüm birden. Pazar Pazar adamın asabını bozmuşlar. Yahu dedim
ben öylesine yazdım onu, sabrım taştığı için… bu sefer de sallamayın diye…
Neyse sonuç itibariyle özür dileyen yine ben oldum. Ne tuhaf işlerim var.
Adam elleriyle getireceğine söz verdi en azından. Bir özüre bedava delivery. İnsanlara önce çıkışıp sonra özür dileyince garip bir şey oluyor. Tuhaf bir enerji yayılıyor. Anlık bir anestezi vermişsin gibi bir şey oluyor karşındakine. O anı iyi kullanırsan beklenmedik şeyler olabilir.
Neyse bu mektubu mayıs bitmeden yazdığım için mutluyum. Mayıslardan birinde yazdığım bir mektubu hatırladım geçenlerde okumuş muydun bilmem. http://janegallagheringonulceleni.blogspot.nl/2013/05/60-mektup-end-of-may.html
Sonuna da bir şarkı gizlemişim hem.
Piyano çalıp söylemeye heveslendiğim zamanlar...Bana o evi hatırlattı. Eski kuş yuvamı, eski köşe ağlarımı...
Evler sadece mekan değildir sestir aynı zamanda… Bu evin de sesini bulacağım daha; bulmadan da ayrılmayacağım.
Sevgiler
Jane
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder