12 Ocak 2019 Cumartesi

88.MEKTUP; YAĞMUR, IHLAMUR, ANAHTAR , CHAR


O günden sonra bir daha anahtarımı kaybetmedim ben biliyor musun? Hangi gün diyeceksin anlatacağımı bile bile. Anlatacağım elbet ama sonra.

Bu sabah yine çok yağmur yağdı sonra durdu da ne fayda… aynı Rene Char dizesi gibi;
“Terli gök vurdu dumanını dünyanın en yorgun gözlerine...”
Hem o şiir bizimdir. ‘güzel bişey sakınmasız olmak’.

Gözlerimde lenslerle uyuya kalmışım, sabah gözlerimi açmamla kapamam bir oldu, canım sıkıldı buna. Uff şimdi bütün gün gözlerim kaşınacak ben de onları ovuşturacağım sonra gözlerimin altında o mor halkalardan oluşacak, geçsin diye o pahalı kremden süreceğim, sonra sürdüğümü unutup yine gözlerimi ovuştururken gözüme kaçacak, gözüm yanacak, küfür edeceğim - biliyorsun küfür etmeyi sevmiyorum, lanet okumayı da…
Çok da sabah olmamış şimdi gidip çıkartayım bir iki saat kestireyim sonra yeniden kalkar gözlerimi kandırırım diye düşündüm. Ne yazık ki ben bunları düşünürken yeterince zaman geçmişti ve gözlerim çoktan ayılmıştı.

ıhlamur istedi canım bu sabah nedense; kalktım annemin getirdiği ıhlamuru buldum çayların arasında. Ekimden ocağa parmak hesabı yaptım sanki ıhlamurun kaç ayda bozulacağını bilirmiş gibi…  bozulmamış olduğuna kanaat getirip su kaynattım. Ketılın kaynatmasını beklerken ocaktaki kahve lekesini gördüm onu temizledim. Ihlamuru alıp odama döndüm. Pencereden sokağı seyrettim biraz sonra karşı sıradaki evlerin birinin kapısının önündeki biri dikkatimi çekti. Deli gibi anahtar arıyordu ceplerinde. Onu seyretmeye başladım. Sağ cebini, sol cebini sonra tekrar sağ cebini boşaltıp durmasını seyerttim ıhlamurumu yudumlarken.  Biraz kapıdan ileriye yürüyüp geri döndü sanki geldiği yolda düşürüp düşürmediğini teyit etti kendince. Bir süre sonra pes edip cep telefonunu çıkartıp arama yaptı ve konuşurken de yürümeye başladı ve görüş alanımdan çıktı. İşte o gittikten sonra aklıma takıldı.

O günden sonra hiç anahtarımı kaybetmedim ben sahi.
Henüz lisede değildim, okuldan çıkıp servise binmiştim, Orhan abiye de yanaşıp ‘bugün Emel’den önce bıraksana beni, annemle dişçiye yetişcez’ diye ayak üstü uydurmuştum. Eve 5 dakka önce girsem o bile kardı çünkü herzamankinden farklı bir işim vardı evde o gün. Orhan abi ikiletmedi tabi; emel farkında bile değildi kimin önce kimin sonra indiğinin. Servis kapının önünde durdu apar topar indim.  Apartman kapısı açıktı içeri girdim merdivenleri çıkarken sırt çantamın kenarına astığım ceketin cebine ulaşmaya çalışıyordum ama ceketi çekiştirdikçe ses gelmemesi de tuhafıma gitmişti. Diğer cebe de uzanmaya çalıştım, çantayı omzumdan önüme alıp doğru dürüst aramaya da üşeniyor öyle saçma bir şekilde aynı cebe elimi daldırıp boş çekiyordum. Onca çekiştirmeye anahtar sesine benzer bir şıngırtı da gelmemişti henüz, alla alla diyerek sonunda durdum ve ceketi çantadan kurtardım. Salladım ses yok, cepleri yokladım anahtarlarım yok. Arma cebine bile baktım ki oraya koymuş olmamın imkansız olduğunu bilmeme rağmen. Panikledim hızla merdivenlerden aşağıya  servisten indiğim noktaya kadar başım önümde yürüdüm. Ağlayacak kadar içim sıkılmıştı. Uff diyip duruyordum hem içimden hem dışımdan. Eve girmem gerek.  Yerlere bakınıyordum. Tekrar apartmanın içine girdim. Bu kez kapıcı dairesinin olduğu kata kadar indim belki düştü ve ben duymadım diye; mümkünatı yoktu ya… yoktu işte. Bizim dairenin önüne kadar çıktım. Merdivenlere oturup çantayı boşalttım. Yoktu. Yine uffladım. Kapıya tekme atmak da geçti içimden ama karşı komşu kapıyı filan açar beni  içeri davet ederdi o zaman. Bu iç sıkıntısıyla kimseyi çekemezdim torunuyla da hiç anlaşamıyordum zaten benden küçüktü ve abuk sabuk şeyler anlatıp duruyordu.  Benim eve girmem gerekiyordu hem de hemen. Halihazırda kendimi Emel’den önce eve bıraktırmayla kazandığım zamanı anahtar arayarak harcamıştım. Annem ve babamın işten gelmelerine hepi topu 3 saat vardı. İçim giderek daha feci sıkılmaya başlamıştı. Komşu Servet teyzenin  beni farkedebileceği düşüncesi de beni germişti, çantayı toplayıp sessizce merdivenlerden aşağıya indim. Annemler gelmeden eve giremeyecek olduğum gerçeğini kabullenmiş somurtuyor ve offluyordum.  Nerede zaman geçireceğimi de bilmiyordum, aşağı sokaktaki parka gideyim dedim. Salıncaklar falan … saçma geldi. Biraz kırtasiyede oyalanayım, üst sokağa yürüyeyim, dut ağacının oraya; elbet ödevini bitiren birileri sokağa çıkar annemler gelene kadar onlarla takılırım diye düşündüm.  Hiç düşündüğüm gibi olmadı, kırtasiyede 2 veya 3 dakika oyalanabildim. Eve giremeyişime, o gün o eve giremeyişime o kadar mutsuzdum ki dut falan gözümde yoktu. Yani o yarım saat süren nereye gideceğini nasıl zaman geçireceğini bilmez  sokaktalığım yok mu?  –çünkü max yarım saat dayanabildim sanırım, sonunda bir iki sokak ileride oturan teyzemlerin kapısına dayandım.  

İşte bu sabah ıhlamur içerken o günden sonra hemen hemen her bişeyi kaybettiğimi ama hiç anahtar kaybetmediğimi düşündüm.

Gabriel Fauré dinleyelim mi?



Zaman ne obez bi yaratık ama biz de uyuyan güzel sayılmayız.


Sevgiler
Jane


(P.S. O kısmını da başka zaman anlatırım.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder